Eğer uzayla alakalı Hollywood filmlerini izlemişseniz, uzay boşluğunda insan vücuduna ne olduğuyla ilgili aklınıza gelecek ilk ihtimaller ya vücudun paramparça olacağı ya da bir anda donacağıdır. Mesela 81 yapımı Outland filminde, uzay boşluğundaki astronotun elbisesinde delik oluştuğu, bu delikten içeri hava aktığı, en sonunda da basınç tamamen düşünce vücudun patladığı gösterilir.
Mars’a Misyon filminde ise bir sahnede astronotun kaskını çıkardığında donduğuna şahit oluruz. Ancak iki senaryo da gerçeklikten uzaktır; ne vücut bir anda donar, ne de bir anda içten dışa doğru patlar.
Kendinizi korumasız bir şekilde uzay boşluğunda bulursanız en büyük düşmanınız oksijensizlik olacaktır. Soğuk ya da dış basıncın sıfır olması, sonradan düşünülmesi gereken sorunlardır.
Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, bazı yaşanmış kazalar ve fiziksel hesaplar göstermiştir ki basıncın sıfıra düşmesi vücudu patlatmaz. Kan basıncımız ve derimiz, vücudumuzun ciddi bir zarar görmesine engel olur. Eğer havayı akciğerlerinizde tutmaya çalışırsanız, bu akciğerlerinizin zarar görmesine neden olabilir, ancak kesinlikle sizi patlatmaz.
Eğer kulak içiniz hassassa, kulak zarınızın yırtılma riski vardır. Ama bu bile düşük ihtimaldir. Vücudunuz belli bir süre sonra, kas ve derinin dayanıklılık derecesine bağlı olarak şişebilir. Göz ve çevresindeki, yüzeye yakın damarlarda şişme veya hafif çatlaklar gözükebilir (bu çatlaklar deriyi yırtacak güce ulaşamaz). Ama bunların hiçbiri ölümcül zarar vermeyecektir.
Nitekim Joe Kittinger’in, 1960 yılındaki meşhur 31.300 metrelik atlayışında, sağ kolunun koruması açılmıştı, hemen hemen sıfır basınca maruz kalmıştı. Kolu şişmiş ve geçici şekilde kullanılamaz hale gelmişti ama kalıcı zarar görmemiş ve yere iner inmez de üç saat içinde normale dönmüştü.
BİLİNÇ KAYBEDİLMEZ
Bilinciniz, kanınızda oksijen olduğu sürece gitmeyecektir. Önce akciğer ve bağırsaklarınızdaki havanın vücudunuzu terk ettiğini hissedeceksiniz. Sonra bir anda ağzınızdaki bütün tükürük ve gözünüzdeki sıvı buharlaşacaktır. Zira sıvılar sıfır basınçta gaza dönüşüp buharlaşırlar.
1965 yılında NASA’nın Johnson Uzay Merkezi’nde kaza sonucunda Jim LeBlanc isimli bir denek, yanlışlıkla, neredeyse sıfır basınçlı ortama maruz kalmıştır. Denek 14 saniye boyunca bilincini yitirmemiştir. 14 saniye sonunda bilincini kaybetmesinin nedeni ise beyninin oksijensiz kalmasıdır. NASA çalışanları 15 saniye sonra vakum odasını tekrar havayla doldurduklarında, denek kendine gelmiş, hiçbir kalıcı zarar görmemiştir. Denek daha sonra tek hissettiği şeyin vücudundan havanın akışı ve ağzının kuruması olduğunu söylemiştir.
Peki uzay boşluğunda, ki Güneş’ten uzak bir yer kabaca -270 derece Celsius sıcaklıktadır, vücudumuz hemen donmayacak mıdır? Eğer Güneş’i doğrudan gören bir yerdeysek, donmaktan ziyade, yanma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Vücudumuz ultraviyole ışıklarına karşı korumasız kalacağından, derimizde hafif yanıkların oluşması muhtemeldir. Ancak bu yanıklar da ciddi ölüm tehlikesi taşımayacaktır.
Diğer yandan Güneş’ten uzak bir yerdeysek vücudumuz hemen donmayacaktır, soğuğu ciddi anlamda hissetmemiz bile belli bir zaman alacaktır. Bunun sebebi vücut ısımızın uzaya yayılmasının saatler almasıdır, yani donmamız saatleri bulacaktır. Neden mi? Çünkü boşluk çok kötü bir sıcaklık iletkenidir.
VÜCUT TAŞ KESMEZ
Bir cisim tam üç şekilde ısı kaybedebilir. Birincisi, ve en hızlı ısı kaybetme yöntemi termal iletkenliktir. Bu işlem, birbirine dokunan iki cisim arasında gerçekleşir, cisimlerin ne kadar iyi iletken olduklarına bağlı olarak, ısı, sıcak cisimden soğuk cisme hızlı bir biçimde akar. Dünya yüzeyinde vücudumuz, ısısının çoğunluğunu bu şekilde kaybeder. Eğer dokunduğumuz cisim, metal ya da buz gibi iyi iletkense, vücudumuz kısa sürede soğur. Ancak boş uzayda, vücudumuz, hiçbir cisimle temas halinde olmadığı için iletkenlik yolu ile ısı kaybedemez. Boşluk -270 derece soğuk olmasına rağmen, 0 derecedeki bir buz kadar bile soğuk etkisi yapmaz. İkinci ısı kaybetme yöntemi konveksiyondur, bu akışkanlarda, sıcak akışkanın daha soğuk akışkanlara doğru hareket etmesi sonucunda gerçekleşir. Bu sürecin de boş uzayda gerçekleşmesi mümkün değildir.
Üçüncü ve en az etkili soğuma yöntemi ise ışımadır (radyasyondur). Bu, bir cismin, başka bir cisme temas etmeden ısı kaybedebileceği tek yöntemdir. Bahse konu cisimdeki yüklü parçacıkların hareketi sonucu, elektromanyetik ışıma ile enerji kaybedilir. Işımaya en güzel örnek, çok sıcak metallerin ışık yaymasıdır. Buradaki ışık, cisimden ışıma ile ayrılan ısıdır. Bu “ışık yayma” özelliği sadece sıcak metallere özgü değildir, bizim gibi daha soğuk cisimler de dâhil bütün cisimler gözle görülmez dalga boylarında “ışık yayma” süreci ile soğur. İşte uzay boşluğunda kalan vücudumuz da böyle ışıma ile soğuyacaktır. Ancak ışıma en etkisiz ve yavaş soğuma yöntemi olduğu için vücudumuzun ölümcül derecede ısı kaybetmesi saatleri bulacaktır. Dolayısıyla vücudumuzun hemen donması, Mars’a Misyon filmindeki gibi taş kesmesi mümkün değildir.
Uzay boşluğundaki en önemli düşmanımız havasızlıktır. Çok kısa sürede ölüme yol açacak en önemli faktör budur. Eğer akciğerlerimizdeki hava boşalırsa, yaklaşık 15 saniye içinde kandaki oksijen ciddi anlamda düşecek ve beynimiz oksijensiz kaldığı için bilinç kaybı gerçekleşecektir. Birkaç dakika sonra ise tamamen oksijensiz kalan beyin ölecektir.