Uykuyu anlamak, günümüz toplumunda giderek daha önemli bir hal alıyor çünkü kronik uykusuzluk çok yaygın durumda. Uykusuzluk ve sağlık üzerindeki olumsuz etkiler arasındaki ilintinin bulguları giderek çoğalsa da, uygunun temel işlevi hala gizemini koruyor. Ama 12 Temmuz’da PLOS Biology’de yayınlanan yeni bir çalışmada, Vanessa Hill, Mimi Shirasu-Hiza ve New York’ta bulunan Columbia Üniversitesi’ndeki meslektaşları, az uyuyan meyve sineği türlerinin akut oksidatif stres hassasiyeti konusunda ortak bir bozukluğa sahip olduklarını buldular ve bu da uykunun vücuttaki antioksidan süreçleri desteklediği anlamına geliyor. Uyku ve oksidatif stres arasındaki bu çok eskiye dayanan karşılıklı ilişkiyi meyve sineklerinde anlamak, uyku bozuklukları ve nörodejeneratif hastalıklar gibi modern insan hastalıkları için çok ihtiyaç duyulan bilgileri sağlayabilir.
Biz neden uyuyoruz? Uyku sırasında hayvanlar savunmasızdır, hareketsizdir ve çevrelerine daha az tepki verebilirler; gıda arayamaz, çiftleşemez veya avcı hayvanlardan kaçamazlar. Uyku davranışının mal olduğu tüm bu şeylere rağmen, neredeyse tüm hayvanlar uyurlar ve bu da uykunun insanlardan meyve sineklerine kadar her canlıda temel olan ve evrimleşmeye rağmen korunmuş bir işlevi yerine getirdiğini akla getiriyor.
Araştırmacılar, eğer uyku temel bir sağlık işlevi için gerekliyse, normalden çok daha az uyuyan hayvanların bu temel işlevde bir bozukluğa sahip olması gerektiğini düşündüler. Bu çalışma için, az uyuyan, değişik türlerden bir Drozofila (meyve sineği) grubu kullandılar. Ve bu az uyuyan türlerin gerçekten de ortak bir bozukluğa sahip olduğunu buldular: meyve sineklerinin hepsi de akut oksidatif strese duyarlıydılar.
Az Uyumak Hastalıklara Yol Açıyor
Oksidatif stres, hücrelere hasar verebilen ve organlarda işlev bozukluğuna yol açabilen vücuttaki fazla serbest radikallerden kaynaklanır. Toksik olan serbest radikaller ya da reaktif oksijen türleri, normal metabolik süreçler ve çevresel zararlardan kaynaklı olarak hücrelerde oluşurlar. Eğer uykunun işlevi oksidatif strese karşı koruma sağlamaksa, o zaman uykuyu artırmak oksidatif strese karşı direnci de artırmalıdır. Hill ve iş arkadaşları, bunun doğruluğunu göstermek için hem farmakolojik hem de genetik yöntemleri kullandılar.
En sonunda, yazarlar eğer uykunun antioksidan etkileri varsa, o zaman oksidatif stresin kesinlikle uykunun işleyişini ayarlayabileceğini ileri sürdüler. Onlar bu hipotezle tutarlı olarak, beyindeki antioksidan genlerinin aşırı üretilmelerini sağlayarak oksidatif stresi azaltmanın da uyku miktarını azalttığını buldular. Bu sonuçlar birlikte ele alındıklarında, uyku ve oksidatif stres arasında çift yönlü bir ilişki olduğuna işaret ediyorlar ve uykunun vücudu oksidatif strese karşı koruma işlevi gördüğünü ve karşılığında oksidatif stresin de uykuyu teşvik etmeye yardımcı olduğunu ortaya koyuyor.
Bu çalışma insan sağlığıyla ilgilidir çünkü uyku bozuklukları, yine oksidatif stresle ilişkilendirilmiş olan Alzheimer, Parkinson ve Huntington gibi birçok hastalıkla bağlantılıdır. Uykusuzluk insanları oksidatif strese ve onu takip eden bir hastalığa karşı daha hassas yapabilir; diğer taraftan, antioksidan tepkisinin patolojik olarak bozulması da, uykusuzluğa ve onunla bağlantılı hastalıklara yol açabilir.