Tarihte bilinen ilk psikoterapi metodunun, Hıristiyan din görevlilerinin kutsal kitap ve Hıristiyan gelenekleri çerçevesinde kilisede yerel halka yönelik, yaşam ve din üzerine pek çok konuda verdikleri danışmanlık hizmeti olduğu kabul edilmektedir.
Hıristiyan kiliselerindeki din görevlilerine ‘pastor’ adı verilmektedir. Bu sebeple Hıristiyanlar arasında yaygın olarak kullanılan Hıristiyan din görevlilerinin verdiği dini danışmanlık sistemine ‘Pastoral Danışmanlık’ adı verilmiştir. Bir pastorun danışan kişiye Yeni Ahit’in öğretilerine göre yol göstermesi ve danışma süreci boyunca Yeni Ahit’i esas alması şarttır. Pastorlar danışmanlığın amacının insanlara ‘İsa’nın halkına yaklaştığı gibi’ yaklaşmak olduğunu kabul ederler. Bunu gerçekleştirebilmek için insanları anlamaya çalışır, Tanrı tarafından sevildiklerini, Tanrı nezdinde değerli varlıklar olduklarını göstererek onlara dini tebliğ ederler.
Pastoral Danışmanlığın ortaya çıkış süreci 2. yüzyılın başlarına kadar dayanmaktadır. O dönemden itibaren Hıristiyan ruhban sınıfı, günahlarla ağırlaşarak hastalıklı hale gelmiş ruhları iyileştirmeyi kendisine görev edinmiştir. Ruhban sınıfına ait din adamları danışanları anlayabilmek için duygu ve düşünceleri incelemişler ve kişinin zihinsel durumuna ilişkin bilgi edinme yöntemi olarak ortaya çıkan ilk psikolojik tekniklerden, içebakış (introspective) metodunu kullanmışlardır. Pastoral Danışmanlıktaki danışanlara yaklaşım biçimiyle paralel biçimde psikolojinin ayrı bir bilim olarak ortaya çıkmasında da içebakış metodunu bir terapi yöntemi olarak kullanan öncü psikologların çalışmaları etkili olmuştur. Pastoral danışmanlık ile psikoloji bilimi arasında gözlemlenebilecek ortak noktaların en başında bu yöntemsel benzerlik gelmektedir.
Psikolog Bernard Dale Wakley, Hıristiyanlık açısından psikoterapi yöntemlerini incelediği, seküler psikoterapi yöntemlerinin yanında Adler’in teorisinin Hıristiyanlık inancına uygun yöntemlerden biri olduğunu savunduğu doktora tezinde, geniş çaplı sosyal hareketlerin bireylerin yaşam biçimi üzerindeki etkilerinden ve Pastoral Danışmanlık hizmeti veren ruhban sınıfının bu toplumsal değişime kayıtsız kalmayarak bireye yönelik yaklaşımlarını nasıl reforme ettiklerinden bahsederken bu süreçler ile ilgili pek çok önemli noktaya da değinmiştir. Wakley’e göre, kütüphanecilik alanında çalışmaları bulunan Jean Elizabeth Lowrie, Hıristiyan ruhban sınıfının insan vücudunu “tüm kozmosu temsil eden bir mikro kozmos ve evrensel hiyerarşinin en alt basamaklarından biri” şeklinde değerlendirdiğini söylemiştir. 17. yüzyılın ünlü düşünürlerinden, filozof John Locke ise söz konusu hiyerarşik düşünceden farklı olarak insanın bütün hayatı boyunca sahip olduğu bir tek kişiliğin tek bir bilinci yansıttığını söylemiştir. Locke’un bu iddiası daha sonradan bireyselcilik akımının başlamasında etkili olmuş ve bireye yönelik bir yaklaşım ortaya koyma çabasındaki pek çok bakış açısına etki ettiği gibi, Pastoral Danışmanlığın danışanlarına yaklaşım biçiminde de önemli bir etkide bulunmuştur. Ruhban sınıfı, Locke’un düşüncelerinin yayılmasından sonra danışanlarıyla girdikleri terapi süreçlerine ‘kişinin kendisini sevmesi’ gibi olguları dâhil etmeye başlamış buna karşın hiyerarşik yapıya verilen önem ise giderek azalmıştır. Bu noktadan sonra değişen bakış açısıyla kişinin kendisini sevmesi teolojik manada günah olarak kabul edilen bir bencillik hali olarak değil, topluma karşı sorumluluk ve doğru bir tutum olarak algılanmış ve teşvik edilmeye başlanmıştır.
Başlangıcı 17. yüzyıla dayanan Aydınlanma Çağı’nın etkileri, 18. yüzyıl başlarında bireyin iç dünyasının önem kazanarak ön plana alınmasıyla Pastoral Danışmanlığa ve din adamlarının bireye yaklaşımına önemli şekilde etki etmiştir. Halkın koloni şeklinde yaşadığı dönemde Amerika’da, sosyal, politik ve dini görüşlerde köklü değişiklikler yaşanırken Pastoral Danışmanlığın pek çok temel konseptine ilişkin anlayış da yeni bir boyut kazanmış, insanların his ve düşüncelerinin içeriğini anlama çabası artmış özellikle melankoli ve stres gibi kavramlar üzerinde çalışmaya başlanmıştır. Din değiştiren kişilerle görüşerek duygu ve düşüncelerini inceleyen din adamları, bunu her ne kadar teolojik bir kontekst içerisinde yapmış olsalar da, yapılan uygulamanın dili tamamıyla psikolojiktir. Din adamları tarafından incelenen melankoli ve stres gibi kavramlar ise günümüzde psikoloji biliminin konusu olarak karşımıza çıkan önemli kavramlardandır.
Doktora tezinde, 20. yüzyılda ortaya çıkan Pastoral Danışmanlığın bireye yaklaşımına etki eden akımlardan da söz eden Wakley, I. Dünya Savaşı sonrasında ulusların girdiği toparlanma sürecinde ekonomik açıdan kazanılan bireysel başarı gibi kavramların öneminin giderek artmaya başlamasına değinmiştir. Bu süreçte insanların bireysel tutumlarını ve ilgilerini gözlemleyen kilise ve ruhban sınıfı, toplumda popülerlik kazanan bu eğilime kayıtsız kalmayarak yaklaşımlarını bu doğrultuda reforme etme gereği duymuştur. İlerleyen yıllarda John Dewey ve Carl Rogers gibi isimlerin 20. yüzyılın eğitim alanındaki fikirlerinin ortaya yeni bir bakış açısı koyduğunu belirten Wakley, bu kişilerin eğitimi deneyimin yeniden şekillenmesi ve organize edilmesi olarak tanımladıklarını söylemiştir. Din adamlarının halka uyguladıkları eğitim sistemi üzerinde etkili olan bu yaklaşımlar sayesinde, kiliselerde ‘pazar okulları’ adıyla verilen kurslarda insanın gelişim süreçlerine paralel bir eğitim anlayışı ortaya çıkmış ve bu doğrultuda pastorlar, temel gelişim psikolojisi eğitimi almaları konusunda teşvik edilmişlerdir.
İkinci Dünya Savaşından sonraki yıllarda ise Pastoral Danışmanlık, seküler psikolojiye teknik ve metodolojik açıdan daha fazla yakınlaşarak benzer bir dili konuşmaya başlamıştır. Ancak teolojik etkinliği baskın olan bu dil, içerik açısından daha çok dini doktrinlerin akıl sağlığı üzerinde önemli bir etkisi olduğunu vurgulamaktadır. 1950’lerde Rogers’ın ortaya koyduğu danışan odaklı psikoterapi anlayışı, psikolojide hümanist bir bilimsel metodolojinin ortaya çıkmasına neden olmuş Abraham Maslow, Gardner Murphy ve Gordon Allport gibi ünlü teorisyenler, psikolojide ‘üçüncü güç’ adıyla bilinen bu akımı desteklemişlerdir. Bireyin potansiyel gelişimine, yaratıcılığına ve kendini gerçekleştirmesi üzerine odaklanan bu anlayış, pastoral danışmanların terapi metotları üzerinde de etkisini göstermiş, bireyin teolojik açıdan ruhsal olgunlaşmasını öngören bir danışmanlık modeline doğru meyletmelerini sağlamıştır.
Yazar: Uzm. Psk. Ali Engin Uygur