Hepimizin hikâyesi 13.8 milyar yıl önce çok ufacık bir noktada başladı. Bu başlangıçtan itibaren milyarlarca yıldır durmadan genişleyen, genişledikçe yıldızların ve yıldızların içerisinde yaşamamızı mümkün kılan elementlerin oluştuğu, muazzam süreçlerin gerçekleştiği bir evrende yaşıyoruz.
20. yüzyıla girdiğimizde evrenin nasıl oluştuğuna dair bilimsel bir teori mevcut değildi. 1927 yılında Belçikalı fizikçi ve din adamı Georges Lemaitre, Einstein’ın geliştirdiği genel izafiyet teorisi denklemlerinden hareketle Big Bang (Büyük Patlama) teorisini ortaya attı. Bu teoriye göre yaşadığımız evren bundan 13.8 milyar yıl önce “Big Bang” olarak bilinen açılma ile ortaya çıktı. Evrende gözlemlediğimiz tüm madde, başlangıçta, bir fındıktan daha küçük bir alana sıkışmıştı. Evrenin tüm maddesi bu çok sıcak ve çok yoğun noktacığın içindeydi. Uzay, zaman ve etrafımızda gördüğümüz her şey bu açılmayla, bu fındıktan küçük alandan ortaya çıktı. Başlangıçtan önce ise bu fındık tanesi kadar alan bile tanımsızdı.
Evrenin hemen başlarında yer çekimi ortaya çıktı ve evrenin genişlemesini yavaşlattı. saniyede, evren bir anda enflasyon olarak bilinen olayla çok çok hızlı bir biçimde genişledi. saniyede, evrenin sıcaklığı 2 trilyon dereceye düştü ve önce maddenin bilinen en temel yapı taşları olan kuarklar oluştu, daha sonra da bunlardan atom çekirdeğini oluşturan proton ve nötronlar oluştu. . Evren 380.000 yaşına girdiğinde, elektronların protonlara bağlanmasıyla ilk atomlar oluşmaya başladı. Big Bang’ten 100 milyon yıl sonra hidrojen ve helyum atomları yoğun oldukları yerlerde bir araya gelip ilk yıldızları oluşturmaya başladılar. Bizi oluşturan karbon, kalsiyum, demir gibi daha ağır elementlerin hepsi yıldızların içindeki çok sıcak ortamlarda oluştu. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki hepimiz yıldız tozuyuz. Demirden daha ağır elementler gümüş, altın, platin büyük yıldızların ölümü sırasında gerçekleşen ve sadece bir dakika süren süpernova patlamalarında oluştular. Bu süreçler olmasa ne bu yazıyı yazanlar ne de okuyanlar; hiçbirimiz var olamazdık.
SÜREKLİ GENİŞLEYEN BİR EVRENDE YAŞIYORUZ
Big Bang teorisine göre evren sürekli genişlemektedir. Bu yazıyı okumaya başladığınızdan şu ana kadar geçen süre içerisinde çok daha büyük bir evrende yaşamaya başladınız. Evren böylesine inanılmaz bir şekilde dinamiktir. Evrenin birbirine denk tek bir saniyesi bile yoktur. Evrenin genişlediği ilk olarak 1929 yılında Amerikalı fizikçi Edwin Hubble tarafından kendi döneminin en gelişmiş teleskobu ile gözlemsel olarak keşfedildi. Hubble, galaksilerin tam da Big Bang teorisinin öngördüğü şekilde birbirlerinden uzaklaştığını teleskobuyla gözlemledi. Sonra da birçok gözlemle, modern kozmolojinin en önemli olgusu diyebileceğimiz bu süreç doğrulandı.
İlerleyen yıllarda birçok alandan gelen fiziksel deliller hep bu teorinin temel varsayımlarını tasdik etti. Örneğin 1954 yılında, iki mühendis, Arno Penzias ile Robert Wilson, evrenin ilk dönemlerinden kalan ışınımı keşfetmeyi başardılar. Işınım beklendiği gibi evrenin her yönünden geliyordu. Penzias ve Wilson bu buluşlarından ötürü Nobel Ödülü’ne layık görüldüler. 1989 yılında bu arka alan ışınımını daha detaylı incelemek amacı ile göğe COBE uydusu fırlatıldı. Bu uydu, ışınımın ortalama sıcaklığının 2.73 Kelvin olduğunu bile gösterdi ve ışınımın detaylı analizini yaptı. Bu ışınımın keşfi Big Bang teorisinin zaferiydi, çünkü başka hiçbir model bu ışınımı açıklayamıyordu.
KUR’AN VE BIG BANG TEORİSİ
İslam dini açısından, Big Bang teorisi ile materyalist filozofların zannettiği gibi evrenin ezeli olmadığının, bir başlangıcı olduğunun anlaşılması önemlidir. Ayrıca çok ilginç bir şekilde bazı Kur’an ayetleri bu teorinin temel iddialarını tarif etmektedir. Örneğin her şeyin başlangıçta bir arada olduğuna 21-Enbiya Suresi 30. ayette atıf vardır:
İnkâr edenler, gökler ve yer birleşik bir halde iken onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?
Big Bang teorisinin en önemli öngörüsü olan evrenin genişlediği olgusu ise Kur’an’da 51-Zariyat Suresi 47. ayette şu şekilde açıklanmıştır:
Göğü kudretimizle kurduk ve elbette onu genişletmekteyiz.
Big Bang teorisi materyalist ezeli-ebedi evren tablosunu yıkmakla kalmayıp, Kur’an’ın bu muhteşem ifadelerini daha iyi anlamamızı da sağlamıştır.
Kaynak: Bilim ve Yaşam Sayfası/ Pazar Sabah
Kur’an’ı Kerim bir ipucu daha veriyor.
Mekkeli müşriklere hitap ederken “Size en yakın gök” ifadesi kullanırken, Nuh kahvime ise “Görmediniz mi Allah yedi kat göğü nasıl tanzim etti der. İlgili ayetler aşağıdadır:
“Biz o yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsleyip donattık.”
Saffat – 6
“Yemin olsun ki, biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara ateş taneleri yaptık. O şeytanlar için çılgın ateş azabını da hazırladık.”
Mülk – 5
“Birbiriyle uyum ve ahenk içinde yedi gökleri yaratan da O’dur. O Rahman’ın yaratışında/yarattıklarında herhangi bir uyuşmazlık, aykırılık, çelişme göremezsin. Bir kez daha bak! Bir çatlaklık, bir uyuşmazlık görüyor musun?”
Mülk – 3
“Görmediniz mi, Allah yedi göğü ahenkli bir bütün olarak nasıl yarattı?”
Nuh – 15
Elimizi masa üzerindeki bardağa çarpıp düşürsek, kırsak, “Görmedin mi koca bardağı” derler. Türkçedeki gibi Arapçada da böyle bir durumda “görmedin mi” ifadesi kullanılır. Daha serti “Kör müsün” sorusudur. Ayrıca Mülk suresindeki 3. ayette bir de “Bir daha bak” ifadesi vardır. Burada bilimsel araştırmaya teşvik ve meydan okuma olduğu gibi, Nuh kavminin uzayın 7 katmanlı yapısının farkında oldukları ve bunu gözlemleyebildikleri sonucunu çıkarıyorum ben. Kendi anladığım kadarıyla, Nuh kavmi günümüz teknolojisinden çok daha ileri bir teknolojiye sahipti.